Adam Denize Küs Kadın Sevdalı
Adam her gün sıkıştıkları labirentin içinde bıkmadan, usanmadan feraha erecek çıkış yolunu arıyordu. Bu arayış belki de yıllardır sürüyordu. Adamın yeni umutlarla başladığı onlarca, yüzlerce farklı yol vardı. Ama her yol bir uçuruma veya bir deniz kıyısına çıkıyordu. Sonrası, köpürmüş dalgaların kayalıklara açmış olduğu savaşın seslerinden ibaretti. O ses ki bu adamı her seferinde başka diyarlara sürüklüyor, başka hayallere yelken açtırıyordu. Issız açıklarına varınca da adamı hayalleriyle birlikte derin sularına gömüyordu. Eli boş dönüyordu adam. İnandırılarak çıktığı her yoldan... Bunun tek sorumlusu olarak da mavisine kapılıp dalgasına tutulduğu denizi görüyordu.
Bu Labirent tahmin edilenden büyüktü. Tıpkı bu adam gibi hepsi birbirinden habersiz, milyonlarca insan bu sıkıştıkları yerde kendilerini bir başına sanıyorlardı. Çıkış noktasına o kadar odaklılardı ki hiç biri kendinden başkasını görmüyordu. Oysaki en az bir kez hepsi aynı yoldan geçip, aynı sona varmıştılar. Bunu hiç biri bilmiyordu.
Kadın ise adamın aksine çıkışı aramaktan vazgeçmiş ya da yorgun düşmüş gibi tam da adamın hayallerinin başlayıp bittiği yerde oturmuş öylece duruyordu. Öyle birkaç saattir falan da değil. Günlerdir, haftalardır, aylardır. Birini bekliyor desem, burada görmez kimse kendinden başkasını. Yeni bir başlangıçlara gücü yok desem değil. Enerjisi gülüşlerine sığmıyor. Herkes denize bakıyordu. Kadın ise denizde bir şey görüyordu. Kimsenin anlamadığı, fark etmediği, belki de önemsemedikleri bir şeyi.
Adam yeni yollar aramaktan, farklı yollar kat etmekten yorulmuyordu. Kadın ise o denizin kenarında oturup denize doğru dalıp gitmekten bıkmıyordu. Labirent insanların sandığından büyüktü ama zamanı gelmiş tesadüfler Labirentten daha büyüktü. O an gelmişse şayet olacaklardan kaçabilmek mümkün değildi.
Bu adam sadece çıkışa odaklanmıştı. Başka bir şey de gözü yoktu. Ya çok inandığından ya da çok bağlandığından o da bilmiyordu. Denize küsmüş, denize kızmış, denizden artık bir beklentisi yoktu. Kadın ise farklı… Herkes yağan yağmuru görüyordu. Kadın bulutların arkasında var olan güneşi. Ya umutları hiç yıkılmamıştı ya da hiç umudu olmamıştı. Kadın denize tutkun, denize sevdalı bir bunu bilip, bunu söylüyordu.
Günlerden o gün, zamanı gelmiş bir tesadüf kaçınılmaz sonun ağlarını örerken kimsenin kimseyi görmediği labirentte, adam kadını fark etti.
Kadının yüzü denize, sırtı adama dönüktü. Naif ses tonuyla “geleceğini biliyordum” dedi.
Adamın küstüğü denizden yana bakası yoktu. Duyduklarının şaşkınlığı ile ürperdi. Her şey bir yana sırtı dönük bir kadının kendisini nasıl fark ettiğini düşünmeden edemedi. Kadın ise görmekten fazlasına sahip gibi “Hissetmek diye bir şey var. Görmek gerekmez” diyerek sessizliği bir kez daha bozdu.
Adam merakla kadının yanına gidip kayalıklardan birine oturdu.
“Söylesene” dedi. “Burada tek başına oturmuş ne yapıyorsun?”
Kadın güldü. “Burada tek başına olmayan var mı?” Adam sorunun cevabını sanki bilmiyormuş gibi kafasını çevirip sağa sola bakındı. “Haklısın.” dedi.
“Burada kimse kimseyi görmez, duymaz, bilmez.”
Kadın ilk defa bakışlarını adamın üzerine çevirdi. “Sen beni gördün de, duydun da…”
“Evet ama nasıl oldu bilmiyorum.”
“Ben sana anlatayım.” dedi kadın. Bakışlarını tekrar denize doğru dikerek konuşmaya başladı. “Sen bir zamanlar en çok inandığın şey olan denizden vazgeçtin. Ben ise artık tamamen bir çıkış yolu aramaktan vazgeçtim. Bu labirentte sadece bir şeylerden vazgeçebilmiş insanlar, kendilerinden başkalarının da var olduğunu görebilirler. Çünkü bizi bir çıkış olduğuna inandıranlar, bizi bu labirente koyanların kendisi.”
Adam kadının söylediklerini bir süre düşündü. Çok mantıklı sözler söylemişti. Ama bunun karşılaşmaları ile ne gibi bir bağlantısı olabilirdi ki. Pek bir anlam veremiyordu. Vazgeçmek demişti kadın. İkimizde bir şeyden vazgeçtiğimiz için birbirimizi görebiliyoruz. Bu labirentte sadece vazgeçenler birbirini görebilirler.
“Ne yani?” dedi adam sesli düşünerek. “Herkes çıkışı aramaktan vazgeçse o anda gözlerinden görünmez bir perde mi kalkacak?”
Kadın kahkaha attı.
“Bu bir anda olacak bir şey değil elbette. Ancak vazgeçmek en gerçek eylemlerden biridir. Üstelik gerçekleşmesi beklenen bir durumda değildir. Vazgeçmek hür irade ile istenildiği an gerçekleşebilir. Çıkış yolu aramak bize kodlanmış bir ihtiyaç ise bunun peşinden koşmak bizden bugünlerimizi çalar ve biz bunu görmeyiz bile. Çıkış yolunu bulana dek geçen yüzlerce bugün kaybederiz. Oysaki vazgeçtiğimizde bugün ne yapabiliriz sorusunu kendimize sorabilme şansımız olur. İşte o zaman kodların değil kendi isteklerimizin (asıl ihtiyaçlarımızın) farkında olabiliriz.”
Adam bu fikri benimsedi.
“O halde neden hepimiz vazgeçmiyoruz?”
Kadın bir kahkaha daha attı.
“Bu bizi labirente koyanların işine gelmez. Çoğunluğu ellerinde tutmak için yapamayacakları şey yoktur. Sunamayacakları vaatler… O yüzden vazgeçmeye kendimizden başkasının ne yaptığını sorgulamamaktan başlamalıyız. “
“Bizi bu labirente koyanlar kim?”
Kadın bu defa susmayı tercih etti. İkisi de denizi uzunca süre izlediler. Adam hep bir çıkış umuduyla izlemişti denizi. Şimdi ise farklı bir ruh haliyle izliyordu. Kadının bakışları her zaman olduğu gibi derin.
Adam zaman sonra içinden geçenleri sesli dile getirdi.
“Anladım” dedi. “Bizi buraya koyanlar, bizi kaçınılmaz bir sonun yeni bir başlangıç olduğuna inandıranlar.”
Kadın ilk kez ayağa kalktı. Gözlerini adamın gözlerinden ayırmayarak ellerini adama uzattı.
“Hadi o zaman…” dedi.
Adam hiç düşünmeden kadının ellerini tutup oturduğu yerden kalktı.
Bir süre el ele yürüdükten sonra adam kadına dönüp “Şimdi nereye gidiyoruz?” diye sordu.
Kadın gülümsedi.
“Vazgeçemeyenlerin göremediği güzellikleri keşfetmeye.”
Yorumlar
Yorum Gönder